Sayfalar

16 Mayıs 2011 Pazartesi

HAYVANLARDA KAMUFLAJ !

Hayvanlardaki savunma taktiklerinin en önemlilerinden biri de kuşkusuz ki kamuflajdır. Kamuflaj yapan canlılar yaşadıkları ortama son derece uyumlu şekilde yaratılan vücut yapıları ile adeta özel bir koruma altına alınmışlardır. Bu canlıların vücutları bulundukları ortamla o kadar uyumludur ki, resimlerine bakıldığında bazılarının bir bitkiye mi yoksa bir hayvana mı ait olduğunu anlamak ya da aynı ortamda bulunan hayvanla bitkiyi birbirinden ayırt edebilmek neredeyse imkansızdır.

Yaşadıkları ortamın renklerine göre kendi renklerini değiştiren canlılar her zaman bilim adamlarının ilgisini çekmiştir. Yapılan araştırmalar, bir canlının nasıl olup da kendisinden tamamen farklı yapıdaki bir canlıya tıpatıp benzediği sorusunun cevabını bulabilmek içindir. 
Örneğin bahçede yürürken yaprak zannettiğiniz için üzerine basmaktan son anda kurtulduğunuz kurbağanın ne gibi işlemler yaparak o desenlere ve renge sahip olduğunu hiç düşünmüş müydünüz? Kurbağanın yaptığı kamuflaj onun için çok önemli bir savunma aracıdır. Bu sayede bulunduğu ortamda görünmez hale gelen kurbağa düşmanlarından kolaylıkla kurtulmuş olur.
Pembe bir çiçeğin üzerindeki pembe örümcek, çiçekteki açıklı koyulu pembe rengi aynı tonları ile tutturabilirken aynı tür örümceğin başka bir üyesi farklı bir çiçeğin üzerinde -örneğin sarı bir çiçeğin üzerinde- aynı rengi alabilmektedir.
İnsan bir dala bakıp üzerinde hiçbir şey yok zannederken aniden bir kelebek uçup gidebilir. Bir saniye önce, üzerindeki kurumuş ve kopmuş bölgelere kadar tam bir yaprak görünümünde olan bu kelebek, kamuflaj mucizesinin kusursuz bir örneğidir.
Canlıların üzerlerinde bulundukları cisimlere benzemesi düşmanlarının onları fark etmelerini önler. Elbette kamuflaj yapan canlılar, korunmak amacıyla vücutlarını yaprağa, bir dala ya da bir çiçeğe kendi kendilerine benzetmiş değildirler. Hatta onlar bu benzerlikler sayesinde korunduklarının bile farkında değildirler. Ama buna rağmen istisnasız bütün örneklerde kamuflaj çok ustaca yapılmaktadır. Çiçeğin rengiyle aynı olan bir böcek, yaprak dalı gibi hareketsiz duran bir yılan, ıslak zeminin rengini alan bir kurbağa kısacası kamuflaj yapan tüm canlılar, kamuflajın özel olarak yaratılmış bir savunma taktiği olduğunu kanıtlayan birer delildir.
Hiçbir canlı böyle bir işlemi kendi kendine ya da tesadüfen gerçekleştiremez. Elbette ki canlılara kamuflaj yeteneğini veren, renk değişimini gerçekleştirecekleri kimya laboratuvarlarını vücutlarına yerleştiren üstün akıl ve bilgi sahibi olan Allah'tır.
Çok Etkili Bir Taktik
amuflaj yapan canlılar yaşadıkları ortama son derece uyumlu şekilde yaratılmış vücut yapıları, biçimleri, renkleri ve desenleriyle özel bir koruma altına alınmışlardır. Bu canlıların bazılarının bedenleri bulundukları ortamla o kadar uyumludur ki, çevrelerindeki bitkilerden ayırt edilebilmeleri son derece zordur.

Bazı böcek türleri toplu halde kamuflaj yaparak düşmanlarından korunurlar. Örneğin Madagaskar'da bulunan tropik bir hemiptera türü olan Phiatidlerin kanatları parlak ve renklidir. Bir ağaç gövdesinde toplu halde dinlendikleri zaman bir böcekten çok çiçeğe benzerler. Bu da böcek arayan avcıları yanıltır. (Marco Ferrari, Colors for Survival, Barnes and Noble Books, New York, 1992, s.41)

Üzerinde yaşadığı çiçekle aynı renkte olan bir örümcek, ağaç dalı gibi hareketsiz duran bir yılan, kurumuş yaprakla birebir aynı kanatlara sahip bir böcek, üzerinde durduğu bitkilerin rengini ve biçimini alan bir kurbağa... Tüm bunlar doğadaki kamuflajın ilginç örnekleridir. Ve bize kamuflajın özel yaratılmış bir yöntem olduğunu göstermektedirler.

Yengeç örümceklerinin Misumena varia türü, üzerine konduğu çiçeğin rengine bağlı olarak sarıdan beyaza kadar değişen pek çok rengi vücudunda oluşturabilir. 
(Marco Ferrari, Colors for Survival, Barnes and Noble Books, New York, 1992, s.52) 

Örümcek türü ise kendisini en iyi gizleyecek rengi buluncaya kadar durmadan ilerler. (Marco Ferrari, Colors for Survival, Barnes and Noble Books, New York, 1992, s.20)

Şimdi bu özel yöntemi biraz inceleyelim.

Kimi canlılar, yaşadıkları ortamın yaygın bitki örtüsüne uygun renk ve desenlere sahiptir. Örneğin sararmış otların arasında sarı çizgili desenleriyle gizlenen bir kaplanın, avı tarafından fark edilebilmesi çok güçtür.

Aslanlar da yaşadıkları bozkırların renginde yaratılmışlardır. Bu sayede kuru otların arasında kolayca gizlenirler. Kamuflaj yapmış bir asker gibi, yavaş yavaş avlarına doğru yaklaşırlar.

Savanların kuru otlarında avlanan bir aslan neredeyse görülmezdir. Çünkü aslanın renkleri çevre ile karışır. Uzun otlarda bir çitayı ayırt etmek de çok zordur; bunun sebebi yüzlerce küçük noktanın hayvanın vücudunu netleştirmemesidir. Ayrıca çitanın siyah noktaları güneş ile belirginleşir ve vücudunu olduğundan daha büyük gösterir.

Çita da sahip olduğu doğal kamuflaj sayesinde avına fark edilmeden sokulur. Av kendisini fark ettiğinde ise, artık çok geç kalmıştır.

Yaşadığı ortamla mükemmel bir renk uyumuna sahip canlılardan biri de kutup ayılarıdır. Kutup ayılarının bembeyaz postları, dört mevsim kar ve buzlarla kaplı dünyalarında onlara büyük avantajlar kazandırır. Kar beyazı renkleri fark edilmeden avlarına yaklaşmalarını sağlar. Eğer renkleri beyaz olmasaydı, bu ayıların kutuplarda yiyecek bulabilmeleri, yavrularını besleyebilmeleri son derece güçleşirdi. Bu da kısa sürede nesillerinin tükenmesi anlamına gelecekti.

Bunlardan başka bazı canlılar da mevsimlere uygun kamuflajlar yaparlar. Buna en güzel örnek olarak kutup kuşlarını verebiliriz.

Mevsimlere Göre Tüy Değiştiren Bir Canlı:
Kutup Kuşları
Kutup kuşlarını bulundukları yerde fark edebilmek neredeyse imkansızdır, çünkü tüylerinde doğal zemini taklit edebilmelerini sağlayan mükemmel bir kamuflaj yeteneği vardır.

Mevsim kış olduğunda kutup kuşlarının vücutlarında mucizevi bir değişim yaşanır. Koyu renkli tüylerin hepsi yok olur ve sadece beyaz tüyler kalır. Karların arasında bembeyaz kuşu fark etmek yine imkansız gibidir.

Kuşun bu işten hiç haberi yoktur, ama vücudu her kış mevsiminde aynı mükemmellikte kamufle edilir. Mevsim ilk bahar olduğunda kutup kuşunun tüylerinin arasında, yeşeren bitkilerin renginde yeni tüyler çıkar. Aynı değişiklik yaz için de geçerlidir.

Bu olağanüstü değişimler sayesinde otların arasında kutup kuşlarını görebilmek neredeyse imkansızdır. Tüm bu harika kamuflaj gösterisi, elbette bir açıklama gerektirmektedir. Bu kuş elbette kendi iradesiyle üzerindeki tüylerin rengini değiştiremez. Sahip olduğu kamuflajın ne işe yaradığını bilecek bir akla dahi sahip değildir.

Öyleyse bu kuşa olağanüstü kamuflaj yeteneğini veren kimdir?

Mevsimine göre kutup kuşunun sahip olması gereken kamuflajı kim bilmektedir?

Çevrenin renk ve desenini kuşun tüylerinin üzerine adeta bir ressam gibi kim çizmiştir?

Sorular bizi tek bir cevaba götürmektedir;

Kutup kuşu, Allah tarafından yaratılmıştır ve sahip olduğu özellikler de kendisine Rabbimiz tarafından verilmiştir.

Büyük Kamuflaj Ustası: Bukalemun
Kamuflaj sanatının en büyük ustalarından biri kuşkusuz bukalemundur. Bukalemun özellikle bu konudaki çabukluğu ile şaşırtıcıdır. Diğer pek çok sürüngen de renk değiştirme yeteneğine sahip olduğu halde, hiçbiri bunu bukalemun kadar hızlı başaramaz.

Bukalemun istediği anda üzerinde bulunduğu zeminin rengini alır ve böylece kendisini gizler. Kendisini güvenli hissettiğinde ise, derisine çeşitli renkler vererek adeta bir sanat gösterisi yapar.

Bir ressamın bir deseni tualine aktarması saatlar sürer. Oysa bukalemun, üzerinde bulunduğu ortamın desenini anında taklit edebilir.

Bukalemunun bu olağanüstü yeteneği, vücudunda yaratılan ve renge duyarlı özel hücrelere dayanmaktadır. Bu son derece kompleks hücreler, kendilerine gelen ışığa göre pigmentlerini ayarlamakta, hem de bunu olağanüstü bir hızda yapmaktadırlar. Bu kompleks yapı, hiç bir tesadüfle açıklanamaz. Geçmişte bir bukalemunun böyle bir sisteme ihtiyaç duyduğu, sonra bunu düşünüp tasarladığı ve kendi vücuduna yerleştirdiği de iddia edilemez. Bukalemunun renk değiştirme yeteneği yaratılışın açık bir delilini oluşturur.

Bu örneklerle Allah bize sonsuz bilgi ve sanatının bir örneğini göstermektedir. Bir Kuran ayetinde buyrulduğu gibi, Allah kusursuzca yaratandır:

Bukalemunlar en iyi renk değiştiren canlılardandır. Bukalemunun üzerine konan bir yaprağın izi bir süre sonra hayvanın derisinde, üstelik de aynı renk ve desenlerle ortaya çıkar.

O Allah ki, yaratandır, kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir. (Haşr Suresi, 24)
Patoo
Allah, patoo adı verilen kuşa "taklit yapabilme" kabiliyeti vermiştir. Bir ağaç kütüğüne konar ve tüyleriyle aynı renk olan kütükte hiç fark edilmez. Fakat yanına yaklaşıldıkça taklidini daha mükemmelleştirmek için hareket etmeye başlar. Çok yavaş bir şekilde, kuyruğunu indirir ve onu ağaç kütüğünün deliğine sokar. Böylece kuşla ağacın birleşme yeri iyice belirsizleşir. Sonra yine aynı yavaşlıkta, gagası dik olarak gökyüzüne dönene kadar başını kaldırır ve gözlerini kapar. Kuşun özelliği, göz kapakları kapalı olmasına rağmen görebilmesidir. Her iki göz kapağında da çok ufak dikey yarıklar vardır. Bu yarıklar kuşun hassas gözlerine ışığın girmesini sağlar.

Böcekler Dünyasındaki Kamuflajcılar
Böcekler de hem kendilerini korumak hem de kolay avlanmak için kamuflaj tekniklerini kullanırlar. Kimi böcekler kendilerini bir yaprağa benzetirler. Bu benzerlik öyle mükemmeldir ki yaprağın biçiminden üzerindeki damarlara kadar hiçbir detay eksik bırakılmamıştır. Kimilerinin kanadında sararmış bir yaprağın üzerindeki çürüklere, lekelere benzeyen desenler bile vardır, kimisi ise kendini bir bölümü kopmuş yaprak şekline sokmuştur.

Şimdi, bu canlılardaki kamuflaj tasarımı üzerinde biraz düşünelim.

Bu böcekler bir bilince ve akla sahip değildirler. Hayatta kalmak için bir yaprağa benzemeleri gerektiğini bilemezler. Bilseler dahi vücutlarının üzerine yaprak şekli çizemezler. Yapraklardaki çürükleri, lekeleri taklit edemezler. Öyleyse böceğin kanatları üzerinde yer alan ve bilinçli şekilde tasarlandığı açık olan bu çizimler kimin eseridir?

Elbette ki bu değişimlerin tesadüflerle oluşması mümkün değildir. Bu küçük böceklerin kanatlarındaki yaprak tasarımı, canlıların tesadüflerin değil, bir Yaratıcı'nın eseri olduğunu göstermeye yeterlidir.
Karacaların Kamuflaj Özelliği
Anne karaca yavrusunun kamuflaj özelliğini onun adına bir avantaj olarak kullanır. Yavrusunu çalılıkların arasında bir yere gizler ve onun kalkmadan oturmasını sağlar. Yavru karacanın kahverengi derisinin üzerindeki beyaz benekler güneş ışığı ile karışır ve uzaktan bakıldığında yavru karaca kesinlikle fark edilemez. Üzerindeki beyaz benekler çalıların arasında yere vuran güneş ışınlarının yansıması gibi algılanır. Birkaç metre öteden geçen bir düşman bile yavru karacayı seçemez. Anne karaca ise yavrunun gizlendiği yerin hemen ilerisinde durarak onu gözler. Ancak kesinlikle dikkatleri yuvaya çekecek bİr davranışta bulunmaz, son derece temkinli davranır. Sadece beslemek için yavrusunun bulunduğu yere gelir. Ormana geri dönmeden önce ise, yavrusunu burnu ile iterek tekrar yere oturtur. Yavru ara sıra ayağa kalkacak olsa bile, duyduğu en küçük bir seste hemen geri oturacaktır. Yavru annesinin yanında koşabilecek duruma gelene kadar bu şekilde gizlenir.

Bu resimlerdeki Mantisler de bulundukları ortamda saklanabilecekleri renk ve şekillere sahipler. MANTISLER, yaşadıkları çevreye uyumlu olarak yaratılan canlılardandır. Bazen bir yaprağın, bazen de bir dalın arasında gizlenirler. Tek silahları vücutlarının şekli ve rengidir. Bu sayede düşmanlarından en iyi biçimde gizlenebilirler.

Orkidenin üzerine konan bir Mantisi çiçekten ayırt etmek oldukça zor.

Kuş pisliği görünümündeki tırtıl.
KURUMUŞ YAPRAK MI? KELEBEK Mİ?
İlk bakışta kurumuş birer yaprak sanılabilecek bu resimler aslında kelebeklere ait. Damarlardan, çürümüş bölgelere ve tonlamalara kadar her türlü ayrıntıyı üzerinde taşıyan bu yaprak benzeri kanatlar, kelebekler için çok güzel bir korunma sağlıyor. Kelebeğin yaprağa böylesine olağanüstü bir şekilde (yaprağın damarları ve kurumuş kısımları bile ihmal edilmeden) benzemesine "rastlantı" deyip geçmek elbette mümkün değil. Kelebeğin kendi kendini "yapraklaştırdığını" kabul etmekse aynı oranda mantık dışı bir iddiadır. Bu Allah'ın üstün yaratışının bir örneğidir.
Yaprakla beslenen çekirgelerin ömürleri doğal olarak yaprakların arasında geçer. Sahip oldukları renk yaprakla birebir benzeştiğinden, en büyük düşmanları olan kertenkele ve kuşların çekirgeleri fark etmeleri genelde mümkün olmaz. Böylece çekirgeler güvenlik içinde yaşamlarını sürdürür ve beslenirler. Herhalde çekirgelerin yaprakların yanında dura dura "yapraklaştığını" kimse iddia edemez. Ya da kendi kendilerini, her nasılsa, "yapraklaştırdıklarını"... Açıktır ki, yaprak yiyen çekirgeler, yaşamlarını sürdürmeleri için böyle bir kamuflaj özelliği ile birlikte yaratılmışlardır.
Kertenkele kumda
Ağaç gövdesinin deseninden farksız deri rengine
sahip bir kurbağa ve yavrusu.
Yaprak üzerinde kurbağa ve yumurtaları.
Kurumuş yaprakların ve kayaların arasında iki kurbağa daha.

Üstteki Bakırbaşlı yılan, ormanın yapraklarla örtülü zeminine mükemmel şekilde kamufle olabilmektedir. Derisinin rengi ona savunmada olduğu kadar, avlanmada da büyük avantaj sağlamaktadır.

Bulunduğu çiçekle kamufle olmuş bir örümcek

Kamuflaj Ustası Kelebekler
  


Yapraklar arasında ve ağaç gövdesinde kamufle olmuş iki kelebek.
İlk bakışta çiçekle dolu görünümü veren bu dalda aslında onlarca tırtıldan başka bir şey yok. (sağda)
Sinekleri yakalamak için saklanan sarı örümceği de, üzerinde bulunduğu çiçekten ayırt etmek pek de kolay değil. (ortada)
Diken benzeri yaprak bitleri. (solda)
Yerde yuva yapan kuşların tüy renkleri ve desenleri de kendilerine yapraklar arasında kusursuz bir gizlenme sağlar. Bu cins kuşların yumurtaları da saklanmaları için aynı çeşit renk ve desenlere sahiptir. Ceylanın otlarla aynı olan rengi kendisi için çok büyük bir avantajdır.

MEVSİME VE ZEMİNE GÖRE DEĞİŞEN TÜY RENGİ

Üstte yer alan kuşun ve alttaki tavşanın ortak özelliği mevsimlere göre tüy renklerinin değişmesidir. Bu hayvanlar, kış aylarında bembeyaz bir kıyafet kuşanırken, bahar geldiğinde toprağın ve bitki örtüsünün rengine birebir uygun yepyeni bir görünüme bürünürler. Ortama göre renk değiştirme olayı, hayvanların vücutlarında yaratılmış olan oldukça karmaşık mekanizmalar sayesinde gerçekleşmektedir. Güneşte kalan insan derisinin kızarıp-koyulaşmasına benzetilebilecek bu mekanizmalar, hayvanların deri ve tüylerinde renk değişikliklerine yol açmaktadır. Vücudumuzun güneşte yanmasını engelleyemememiz (özel korunma yöntemleri hariç) gibi hayvanlar da vücutlarındaki değişimi kontrol kabiliyetine sahip değillerdir.

Yaprağın renklerine bürünmüş bir kurbağa.
Minnov balığını, derin olmayan bir havuzda bile çakıl taşları arasında fark etmek oldukça zordur. Taşların arasında, zeminle tam anlamıyla bütünleşmiş, 13 tane boynuzlu kertenkele var.
Üstte gördüğünüz vahşi görünümlü hayvan da kamuflajın kendisine sağladığı avantajlarla hayatını sürdüren canlılara bir başka örnektir.
Resimlerdeki yılanları yapraklar arasında fark etmek oldukça zordur.

MAKALELER..

YUNUSLAR BİLİNENDEN DAHA ZEKİ
  Washington Georgetown Üniversitesi’nin yaptığı araştırmaya göre, şişeburunlu yunuslar sanılandan daha zekiler. Su altının bu sevimli canlıları, deniz dibinde yiyecek ararlarken kendilerini korumak için burunlarına sünger takıyorlar. Okyanus dibinde yaşayan kabuklu ya da dikenli canlılar yüzünden burunlarını korumak için süngerle dolaşıyorlar. Peki bu sevimli canlılar bu şekilde alet kullanma yeteneğini nasıl elde etmiş olabilirler? Elbette yunusların bu yeteneği kendi başlarına geliştirdiklerini düşünmek akıl ve mantıkla çelişir. Yunuslar da her varlık gibi Allah’ın kontrolündedir ve Allah’ın ilhamıyla hareket etmektedirler. Denizlerin bu sevimli canlılarını yaratan ve onlara tüm hareketlerini ilham eden Yüce Allah’tır.

Elektronik Radar Sistemiyle Yön Bulan Istakozlar
  Elektronik Radar Sistemiyle Yön Bulan IstakozlarKuzey Carolina Üniversitesi araştırmacıları tarafından gerçekleştirilen bir araştırma, gözleri kapatılmasına ve yön bulmalarına yardımcı olacak her türlü imkan ortadan kaldırılmasına rağmen ıstakozların yine de yönlerini ve yerlerini tespit edebildiklerini ortaya çıkardı. Üstelik bilim adamları ıstakozların bunu elektronik radar sistemine benzer bir yöntem kullanarak yapmalarının sırrını hala çözememektedir.
Karayipler civarında yaşayan Panulirus argus türüne ait dikenli ıstakozlar üzerinde yapılan bir araştırma, bu canlıların sadece yön tayini değil, yer tayini de yapabildiklerini ortaya koydu. Buna göre dikenli ıstakozlar, hiç bilmedikleri bir yere bırakılmış olsalar da yönlerini hatta 'yerlerini' dahi bulabiliyorlar.
Araştırma Boyunca Istakozları Şaşırtmak İçin Uygulanan Yöntemler
Kuzey Carolina Üniversitesi araştırmacıları Larry C. Boles ve Kenneth J. Lohmann, ıstakozların yön bulma yeteneğini araştırmak için bir dizi deney düzenlediler. Karayip açıklarında yakalanan ıstakozlar, tekneyle yakalandıkları yerden 12–37 km uzağa götürüldü. Yolculuk sırasında ıstakozların hiçbir şey görmemesi ve çevreyi algılamamaları için bazı yöntemlere başvuruldu:
Istakozlar kısmen deniz suyuyla doldurulmuş haznelerde tutuldu, haznelerin etrafı kapatıldı ve dolambaçlı bir rota izlenerek test alanına götürüldü.
Hazneler sağa sola sallanacak şekilde iplere asıldı.
Istakozların, dünyanın doğal manyetik alanını bir pusula gibi kullanmalarının önüne geçebilmek için güçlü mıknatıslar kullanılarak, haznelerde karmaşık manyetik alanlar oluşturuldu.
Bilim adamları, bu engelleme ve şaşırtma dolu yolculuktan sonra denizde bir noktada durup ıstakozları denize bırakmaya başladılar. Gözleri özel plastik maskelerle kapatılmış olduğu halde ıstakozlar, serbest kaldıkları anda ilk yakalandıkları yerin yönünü kolaylıkla buldular. Istakozlar suya bırakılır bırakılmaz evlerinin yolunu tuttular. En önemlisi de bilim adamları ıstakozların şaşkınlık dönemi dahi geçirmediğini gözlemlediler.
Pusula Tekniği ile Açıklanamayan Yön ve Yer Tayini
Bazı araştırmacılar, canlıların yön bulma yeteneklerinde dünyanın manyetik alanından faydalandıklarını düşünüyor. Bu bilim adamları, canlıların vücudunda gizemli bir pusula bulunduğunu varsayıyorlar. Ancak ıstakozların bu yeteneğini açıklamada pusula benzetmesi de yetersiz kalıyor.
New York'taki Cornell Üniversitesi'nden nörobiyoloji ve davranış profesörü Charles Walcott: "Birçok hayvanın dünyanın manyetik alanlarını bir araç olarak kullandığını biliyoruz" diyor ve ekliyor: "Ama eğer kaybolmuşsanız bir pusula size nerede olduğunuzu söylemez." (Lobsters Navigate by Magnetism, Study Says, 6 Ocak 2003)
Araştırmacı Boles ise, ıstakozlardaki yeteneğin üstünlüğünü şöyle vurguluyor:
"Bu test kesinlikle birçok hayvanın geçemediği bir testtir. Testi geçebilmeleri, bir şekilde, bulundukları noktayı an an bildiklerini gösteriyor. İçlerinde bir şey bulunuyor olmalı."
Böylece deneyde kullanılan ıstakozların, vücutlarında bir tür harita oluşturdukları ve kalkış noktasından itibaren koordinat takibi yapabildikleri ortaya çıkmıştır. Bilim adamlarının çözemediği bu mekanizma, bir yolcu uçağındaki elektronik radar sistemleri gibi çalışıyor.
Bilim adamlarını en çok şaşırtan nokta ise, bu mükemmel sistemle donatılmış olan ıstakozun nispeten kompleks olmayan bir sinir sistemine sahip olması. Boles bu konuda şunları söylüyor:
"Burada asıl büyük konu, omurgasızların nispeten basit sinir sistemlerine sahip olmaları. Çoğu kişi böyle bir işi yapmak için gereken zihinsel kapasitelerinin olmayabileceğini düşünüyor."
Bilimin Cevaplayamadığı Sorular
Şimdi kendinize şu soruyu sorun ve düşünün:

Büyük bir çölde bulunduğunuzu farz edin. Bulunduğunuz noktadan bir arabaya bindirildiğinizi, gözünüz ve kulağınız kapalı olduğu halde ve özellikle dolambaçlı yollar seçilerek, 200 kilometre uzağa götürülüp bırakıldığınızı düşünün. İlk bulunduğunuz yere dönebilir misiniz? Elbette, hayır! Istakozların tam olarak başardıkları işte budur.
Araştırma sonunda istedikleri cevaba ulaşacaklarını düşünen bilim adamları, ıstakozların bu başarılı yön ve yer belirleme yetenekleri karşısında cevaplayamadıkları pek çok farklı soru ile karşılaşmışlardır:
Istakozlar gözleri kapalı olduğu halde 37 kilometrelik yolculuk boyunca doğru izi nasıl takip edebilmişlerdir?
Bu canlının küçücük beyninde bu kadar geniş bir alanın haritası nasıl oluşabilir?
Istakoz dünyanın manyetik alanını nasıl algılamaktadır?
Etrafını görmesi engellendiği ve şaşırtıldığı halde elektromanyetik alandaki bilgileri bedeninde nasıl olup da yorumlamaktadır?
Bu özel yön bulma sistemi ıstakozda nasıl ortaya çıkmıştır?
En basit bir pusulayı ele aldığımızda, bunun bile özel olarak tasarlandığı açıktır. Pusuladaki iğne, özel olarak işaretlenmiş yönler, cam kaplı muhafazası bu aletin özellikle yön bulmak için tasarlanmış olduğunu göstermektedir. Istakozların bedenindeki bu özel sistemin bir pusulayla kıyas kabul etmez derecede üstün olduğu açıktır. Tüm bunlar ıstakozdaki sistemin özel olarak yaratıldığını ortaya koymaktadır. Allah ıstakozu yaratmış ve onu bu özel sistemle donatmıştır. Yüce Allah tüm canlıları yaratandır ve O, kusursuzca var edendir. Bir ayette şu şekilde buyrulmaktadır:
"Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır." (Casiye Suresi, 4)
Istakozların İlginç Savunma Taktiği
Panulirus cinsi ıstakozlar oldukça ilginç bir savunma sistemine sahiptirler. Bu ıstakozlar ancak telli çalgılardan çıkarılabilecek rahatsız edici bir sürtünme sesini kesik kesik çıkartır ve bu sayede düşmanlarını kaçırırlar.
Bu kabuklu hayvanların gözlerinin altında, mikroskobik çiziklerle kaplı olan ve eğilip bükülebilen antenler bulunmaktadır. Panulirus ıstakozları antenlerindeki bu çizikleri içiçe geçirip sürtmeye başladıkları zaman keman yaylarının birbirine sürtünmesiyle oluşan rahatsız edici sesin bir benzerini çıkarabilmektedirler.
Panulirus argus türü ıstakozlar genellikle Atlantik Okyanusu'nun batısında Brezilya ile Bermuda arasında bulunuyorlar. Bazıları göçmen olan bu canlılar, çoğu günlerini mercan kayalıklarının içinde geçiriyor.

Zürafalar Neden Beyin Kanaması Geçirmez?
Allah yeryüzündeki canlıların her birinde, insanların üzerinde düşünmelerini sağlayan birbirinden farklı sistem ve özellikler yaratmıştır. Bunların her biri, Allah’ın yaratışındaki sonsuz mükemmelliği yansıtır. Zürafaların sahip oldukları özellikler de bunun delillerindendir.
Zürafanın Uzun Boyuna Uygun Olarak Yaratılmış Kalbi
Zürafa dört beş metreye varan boyuyla karada yaşayan hayvanların en uzun boylusudur. Bu uzun boyu nedeniyle yaşayabilmesi için kalbinden iki metre yukarıdaki beynine kan göndermesi şarttır. Bunun için olağanüstü güçlü bir kalbe ihtiyacı vardır. Nitekim zürafanın kalbi kafasından daha büyüktür ve yaklaşık 60 cm uzunluğa ve 11.8 kg'lık bir ağırlığa sahiptir.
Zürafaların kalbi 350 mm Hg'lik bir basınçla kan pompalayacak kadar güçlüdür. Diğer bir ifadeyle, zürafanın tansiyonu 35’e çıksa bile bu durumun zürafaya bir zararı olmaz. Canlılar arasındaki en yüksek kan basıncına sahip olan zürafaların kalpleri dakikada 170 kez atmakta ve tüm vücuduna 75 litre kan pompalayabilmektedir.
Zürafalarda bulunan kan hücresi miktarı, bir insanda bulunanın iki katıdır. Zürafalar bir şey yedikten veya içtikten sonra kafalarını yerden kaldırdıklarında, kalplerinin beyinlerine yeterli miktarda kanı pompalayabilmesi için normalden iki kat daha fazla atması gerekmektedir. Peki normal koşullarda pek çok canlının ölümüne sebep olabilecek kadar güçlü olan bu sistem, nasıl olur da zürafaya zarar vermez? Bunun nedeni, özel bir haznenin içinde bulunan sistemin, basıncın bu ölümcül etkisini kaldırabilmek için küçük damarlarla kuşatılmış olmasıdır.
Zürafa Niçin Beyin Kanaması Geçirmez?
Zürafanın başından kalbine kadar giden bölümde; yukarı çıkan ve aşağı inen damarların oluşturduğu bir U sistemi bulunur. Ters yönde akan kan damarları toplam basıncı sıfırlar, böylece canlı, ani kanamalara neden olacak iç basınçtan kurtulmuş olur.
Kalpten aşağı seviyede kalan bacak ve ayakların da özel bir korumaya ihtiyacı vardır. Zürafanın bacak ve ayaklarını saran derinin son derece kalın olması onu kan basıncının kötü etkilerinden korur. Ayrıca damarların içinde, şiddetli kan akışını dengeleyerek basıncı kontrol altına alan kapakçıklar da bulunur.
Asıl büyük tehlike ise, hayvan su içmek için başını yere kadar indirdiğinde ortaya çıkar. Normalde beyin kanamasına sebep olacak kadar şiddetli olan kan basıncı, bu durumda daha çok artar. Ama bu tehlikeye karşı kusursuz bir önlem alınmıştır. Vücutta salgılanan "sefaloraşidien" adlı sıvı devreye girer ve kalp hacmini küçülterek pompalanan kanı azaltır.
Öte yandan, hayvanın boynunda, başını aşağı eğdiğinde devreye giren özel kapakçıklar vardır. Bu kapakçıklar kanın akışını büyük ölçüde azaltır ve böylece zürafa güven içinde su içip tekrar başını yukarı kaldırabilir. Zürafanın kat kat olan damarlarının kalın olması da, yine bu yüksek basınç tehlikesine karşı alınmış bir tedbirdir.
Zürafaların Başı Neden Dönmez?
Zürafalar, başlarını aşağıdan yukarı kaldırmak için çok fazla zaman harcarlar ve bu yüzden kanın beyne gitmesi için vücutlarında kusursuz bir sistemin olması gereklidir. Bu sistem, çok güçlü bir pompa biçiminde çalışan kalp ve insandakinin iki katından daha fazla olan kan basıncından oluşur. İşte böylelikle zürafalar, bayılma nöbetlerinden korunmuş olurlar.
Nitekim zürafa başını kaldırdığında, baştaki kan damarları neredeyse bütün kanı yanaklarına, dillerine ya da deri gibi başın diğer bölümlerine aktarmaz; sadece beyne akması için yönlendirir. Aynı zamanda, hayvanın kalın derisi ve şahdamarındaki olağandışı bir kas -ki damarların genellikle kasları olmaz- kanı baştan kalbe geri taşıyan damara baskı yapar. İşte zürafa, insanlarınkinden çok daha iyi bir bayılmayı engelleyen mekanizmaya sahip olarak yaratıldığı için bayılmaz.
Zürafaların Yaratılışı, Allah’ın Üstün Sanatının Örneklerinden Biridir
Kuşkusuz, zürafalar sahip oldukları tüm özellikleri kendi ihtiyaçlarına göre planlayarak kazanmış olamazlar. Bu önemli özelliklerin zaman içinde yavaş yavaş işleyen bir evrim süreci ile oluştuğunun söylenmesi de mümkün değildir. Çünkü bir zürafanın yaşamını sürdürebilmesi için, mutlaka beynine kanı ulaştıracak bir pompalama sistemine, eğildiğinde ani kan basıncını azaltacak kapak sistemine ve başını kaldırdığında bayılmasını engelleyen damar sistemine aynı anda sahip olması şarttır. Bunlardan biri olmasa veya tam çalışmasa, zürafanın yaşamını sürdürmesi imkansız hale gelir.
Zürafaları Allah yaratmıştır ve yeryüzünde var olan diğer bütün canlılar gibi, vücutlarında Allah’ın üstün yaratma sanatının pek çok tecellisi bulunur. Allah bu durumu bir Kuran ayetinde şöyle bildirir:
Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır. (Casiye Suresi, 4)
Zürafaların Pek Fazla Bilinmeyen Özellikleri
Yemek borularında bir asansör sistemi vardır: Zürafaların boyunlarının uzun olması, ağaçların en üst dallarına kadar uzanıp oradaki filizleri ve bitkileri yiyebilmelerini sağlar. Ancak hiç çiğnemeden yuttukları bu dikenli bitkiler önce dört bölmeli midelerine gider. Zürafalar daha sonra bunları sindirmek için tekrar ağızlarına gönderir ve ağızlarında çiğnerler. En sonunda da tekrar yutarak midelerinin bir başka bölmesine gönderirler. Ancak besinin mideden ağza gidebilmesi için, yuttukları bitkilerin birkaç metre uzunluğunda olan boyunlarından yukarı doğru çıkması gerekir. Yüce Rabbimiz zürafaları besinleri yemek borusundan yukarı doğru çıkaracak asansör benzeri bir sistem ile birlikte yaratmıştır.
Ağız ve diş yapıları ihtiyaçlarına yöneliktir: Zürafaların dilleri 45 cm dışarı uzanabilir. Dişleri ise bir tarak gibi olduğu için sert akasya dallarının dikenlerini ve mineral gereksinimlerini karşılayan kemikleri rahatlıkla çiğneyebilirler.
Renkleri bulundukları ortama uygun olarak yaratılmıştır: Zürafaların benekli derileri, onların kamuflaj yapmalarına uygun olarak yaratılmıştır. Çünkü savan alanlarındaki ortamın rengi ile uyum içinde olmaları, düşmanları tarafından fark edilmelerini zorlaştırır.
Vücutları, hızlı koşmalarını sağlayacak biçimde yaratılmıştır: Zürafalar bir tehlike anında koşarak 50-70 km. hıza ulaşabilirler. Koşmaya başladıklarında başlarını pompalar gibi ileri geri götürür ve kuyruklarını kıvırırlar. Koşarken diğer bir özellikleri ise, diğer hayvanlar gibi ayaklarını çaprazlama atmamalarıdır. Önce ön ve arka sol, daha sonra ön ve arka sağ ayaklarını kullanarak koşarlar. Zürafanın bu koşma şekli, onun vahşi hayvanlar tarafından yakalanmasını zorlaştırır.
Küçük gruplar halinde yaşamaları güvenli bir ortam oluşturur: Zürafalar bütün yavrularına birlikte bakarlar. Yetişkin zürafalar dönüşümlü olarak yavruların başında nöbet tutarlar. Bu güvenlik sistemi sayesinde diğer anneler rahatlıkla yavru zürafaları bırakıp kilometrelerce uzağa yiyecek aramaya gidebilirler.
Yüce Allah zürafaların uyuma şekillerini özel olarak yaratmıştır: Oturduklarında kalkmaları zor olduğundan, boyunlarını arka gövdelerinin yanına uzatarak ayakta uyurlar. Birkaç dakika dışında bütün uykularını bu şekilde ayakta geçirirler. Ayrıca zürafalar hiçbir zaman aynı anda uyumazlar, mutlaka aralarından biri nöbet tutar.
Anne zürafa ve yavru arasındaki iletişim Yüce Allah’ın rahmetinin tecellisidir: Doğumdan sonraki birkaç gün içinde anne zürafa, zamanını yavrusunu yalayarak ve koklayarak geçirir, bu şekilde hem yavru temizlenmiş olur hem de annesinin kokusunu öğrenir. Bu koku, anne ve yavrunun kalabalık bir sürünün içinde birbirlerini bulmaları gerektiğinde işe yarayacaktır.
Herhangi bir zorluk içinde olan yavru, annesinin dikkatini çekmek için çeşitli sesler çıkarır. Annesi de onu sesinden hemen tanır ve yardımına koşar. Zürafalar yavrularını hiç yanlarından ayırmazlar. Saldırıya uğradıklarında ise yavrularını vücutlarının altına iterler ve ön ayakları ile düşmanlarına sertçe vurarak saldırırlar.

Köpekbalığı Derisi Gemi Endüstrisine Yol Gösteriyor
  
Köpekbalığı Derisi Gemi Endüstrisine Yol GösteriyorKöpek balıkları, derilerini sürekli olarak temiz tutan ve hızlı yüzmelerini sağlayan yapılarıyla bilim dünyasının ve gemi endüstrisinin dikkatini çekti.
Köpek balıklarının derilerindeki bu kusursuz yaratılış, gemilerin en büyük sorunlarından birine nasıl çözüm oldu?
Yüce Allah bütün evreni yaratışının üstün örnekleriyle birlikte var etmiştir. Gözünüzü her nereye çevirirseniz bu muhteşem yaratılışın bir deliliyle karşılaşırsınız. Sürekli bir yenilik arayışında olan bilim dünyası canlıları inceleyerek her gün bu yaratışın detaylarına bir adım daha yaklaşıyor. Bunlardan biri de köpek balıklarından yola çıkılarak yapılan araştırmaların ulaştığı nokta...
Denizlerin En Tehlikeli Canlıları Teknolojiye İlham Oluyor
Gemilerin en büyük problemlerinden biri gemi yüzeyine yapışan su yosunları ve midyelerdir. Bunlar hem paslanmayı hızlandırır, hem de suyun geri itme kuvvetini artırır. Bilim adamları bu problemi çözmek için yıllardır çalışmalar yapmaktadırlar.
Almanya Bremen’deki Uygulamalı Bilimler Üniversitesi araştırmacıları bu probleme çok ilginç bir çözüm getirdiler. Pek çok deniz canlısına yapışabilen bu küçük canlıların ilginç bir şekilde, köpek balığı derisine yapışmadıklarını gördüler. Çünkü köpek balığı derisinde bulunan sert pullar bunu engelliyordu. Birbiri üzerinden yalıtım yapan bu pulların altındaki elastiki bir deri de bu sistemi destekliyordu. İşte bilim adamları köpekbalıklarının bu özelliğini örnek alarak silikondan bir deri tasarladılar. Elde edilen sonuç, gemi endüstrisinde yaşanan önemli bir sorunun da çözümü oldu.
Bilim Adamlarını Şaşırtan Performans
    * Kuzey Denizinde yapılan deneylerde bu yeni deri örnek alınarak tasarlanan gemi yüzeylerinde %67 daha az midye tespit edildi. Ayrıca 4-5 deniz mili hızla hareket ederken gemiye geçici olarak yapışan bütün organizmalar temizlenmişti.
    * Florida Üniversitesi’nden bilim adamları da gemi yüzeyleri için benzer bir kaplama önerdiler. Onlar da köpek balığı derisinden yola çıktılar. Sonuç olarak alglerle yapılan testlerde alg sporlarının yüzeye tutunmalarının %85 oranında engellendiği ortaya çıktı.
    * Köpek balıklarının bu ilginç deri yüzeyinin bir diğer özelliği de daha hızlı yüzmelerini sağlamasıdır. Nitekim ünlü bir spor giyim markası yüzücüler için köpekbalığı derisi yüzeyini örnek alarak Fastskin FSII adlı bir ürün geliştirmiştir. Firma bu giysi ile geri itme kuvvetinin %4 oranında azaltıldığını kanıtlamıştır.
    * Şu ana kadar gemileri korumak için öne sürülen diğer çözümler net bir sonuç sağlamadı. Bazı çözümlerde ise zehirli boyalar kullanıldı ancak bunlar da çevreye verdiği zarardan dolayı yasaklandı.
Bilim Allah’ın Yarattığı Canlıları Taklit Ederek Gelişiyor
Köpek balıklarının derisi hem yüzmek için uygun hem de asalaklara karşı son derece korumalıdır. Köpek balıklarının kendi derilerindeki muazzam düzene, teknik özelliklerine müdahale edebilmeleri, planlayıp değiştirebilmeleri mümkün müdür? Elbette derisinin farkında bile olmayan bir canlının kendisi için en uygun özelliklerde, hızlı yüzmesine olanak sağlayacak en ideal deriye kendiliğinden sahip olması düşünülemez. Bilim adamlarının yıllar süren araştırmalarının her aşamasında mantık yürütme, akıl ve muhakeme vardır. Öncelikle bir eksiği fark etmiş, sonra bu eksiğin tamamlandığında ne yarar sağlayacağı önceden hesaplanmış, bunun için deneyler yapılmış ve sonunda en uygun tasarıma karar verilerek bilimsel gelişme sağlanmıştır. Oysa köpe kbalıklarının vücutlarında ilk ortaya çıktıkları andan itibaren var olan bu benzersiz yapı, onları kusursuz özellikleriyle yaratan Allah’ın üstün aklının ve ilminin eseridir. Bir ayette Rabbimiz’in üstün ilmi şöyle bildirilmiştir:
"Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır." (Casiye Suresi, 4)
Biliyor muydunuz?
İri köpek balıkları da denizlerdeki pek çok canlı gibi planktonlarla beslenir. Köpek balıkları, yüzgeçlerini bir filtre gibi kullanır ve deniz suyunu buradan geçirerek planktonları toplar. Kuzey Denizi'nde her Kasım ayında plankton yoğunluğu azaldığı için köpek balıkları besin ararken her zamankinden çok daha fazla enerji harcamak zorunda kalır. Bu nedenle bir süre sonra güçsüz kaldıkları için yemek aramayı bırakıp, dibe çöker ve kış uykusuna yatarlar. Okyanusun derinliklerinde aylarca hareket etmeden ve hiç beslenmeden yaşayabilirler. Bu sırada kalpleri sanki çalışmıyormuş gibi çok yavaş atar. (The Ocean World of J. Cousteau, Quest for Food, s.16)


Günümüz Tıbbına Işık Tutan Mükemmel Canlılar: Süngerler
  
Süngerlerde kalp, beyin, ciğer gibi organlar bulunmaz. Bunun yanısıra bu canlılar bir sinir sistemine de sahip değillerdir. Ancak bu canlıların savunma mekanizması olarak kullandıkları kimyasal silahlar, günümüzde tıp alanında birçok buluşa ışık tutmaktadır. Hiçbir akla sahip olmayan bu canlıların, bilim adamlarının laboratuvarlarda uzun çalışmalarla geliştirmeye çalıştıkları ilaçları kendi vücutlarında üretebilmeleri, hiç şüphesiz onları, sahip oldukları mükemmel özelliklerle yaratan Yüce Rabbimiz’in üstün yaratma sanatını gözler önüne sermektedir.
Sünger bir hayvan türüdür. Kimi yalnızca birkaç santimetre büyüklükte olan süngerlerin, 2 metre olanları da vardır. 5000'den çok türü olan bu hayvanların çok büyük bir bölümü denizlerde, geri kalanları da tatlı sularda yaşarlar. Hemen hemen her derinlikte süngerlere rastlamak mümkündür.
Süzme Makineleri Süngerler
Süngerler, vücutlarının iç ve dış bölümlerine düzensiz bir şekilde dağılmış birkaç değişik yapıdaki hücrelerden oluşur. Süngeri diğer hayvanlardan ayıran, vücutlarındaki yaka hücreleri tarafından oluşturulan odacıklardır. Bu hücrelerin merkezlerinde kamçıya benzeyen küçük çıkıntılar vardır. Bu kamçılar küçük vuruş darbeleriyle su, oksijen ve besin maddelerini taşırlar. Yaka hücreleri sudaki bakteri, küçük yosun ve organik atıkları yuttuktan sonra bunları besin torbacığı denilen hücrelere geçirirler. Bunlar sindirdikleri besinleri diğer hücrelere iletirler. Tüm hücreler birbiriyle oksijen ve karbondioksit değişimi yaparlar.
On santim boyunda ve iki santim kalınlığında bir süngerin iki milyonu aşkın yaka hücresi vardır. Bu sünger kanallarından günde 110 litre su pompalanabilir. Bu özellikleriyle canlı bir süngeri, etkin bir filtre olarak da nitelendirebiliriz.
Görüldüğü gibi hiçbir akla hatta bir beyne bile sahip olmayan bir canlı olan sünger, fabrikada üstün teknoloji ve bilgi ile üretilen bir filtreden çok daha üstün bir teknoloji sergilemektedir. Tesadüfen oluşması imkansız olan süngerin bu muhteşem ve son derece kompleks yapısı, kuşkusuz Yüce Rabbimiz’in yaratma sanatının sonsuz sayıdaki örneklerinden biridir. Bu örnekler, Allah’ın canlılardaki kusursuz sanatını keşfetmek için birer yoldur. Bu gerçek Kuran’da şöyle ifade edilir:
“Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır.” (Casiye Suresi, 4)
Tıp, Süngerlerin Kimyasal Etkilerinin İzinde
Süngerlerin bir bölümü zehirli kimyasal bileşikler üretebilirler. Zehir, süngerlerin avcılardan korunmalarını sağlayan bir savunma aracıdır. Süngerlerin bu zehirli kimyasal salgıları onları yalnızca avcılardan korumakla kalmaz; saldırgan kabuklu hayvanlara karşı da bir savunma oluşturmalarını sağlar.
Süngerlerden binlerce yıldır yararlanılmaktadır. Günümüzde en önemli kullanım alanı ilaç endüstrisidir. Süngerlerin ürettiği zehirler, insan vücudundaki değişik sistemleri değişik yollardan etkilerler ve doğru miktarda kullanıldığında bu zehirler ilaç etkisi göstererek tedavi edici olarak kullanılırlar.
Süngerlerin zehirli kimyasal bileşikler bakımından zengin olduğunu keşfeden bilim adamlarından birine, bunu nasıl fark ettikleri sorulduğunda verdiği yanıt oldukça ilginçtir: “Su altındaki kayalıklara indiğimizde, iyi korunmayan canlıların, kendi kimyasal korunma mekanizmalarıyla yaşamlarını sürdürebileceklerini fark ettik. Bu organizmalar, bir kabuk ya da iğne yardımıyla ya da kaçarak korunmaya çalışmaktan çok, kendilerini kimyasal yollarla savunuyorlardı”. Burada kimyasal yolları üreten, laboratuvarda çalışan bir bilim adamı değil, bir deniz süngeridir. Elbette hiçbir akla sahip olmayan bu canlının kendini kimyasal yolla savunmayı düşünebilmesi ve bu hedefe yönelik kimyasalları üretebilmesi mümkün değildir. Onun da diğer tüm canlılar gibi Yüce Rabbimiz’in ilhamıyla hareket ettiği son derece açıktır.
Süngerlerin Kimyasal Etkilerinden Tıp Nasıl Faydalanıyor?
Yapılan araştırmalarda bir sünger türünde bulunan ve AS-2 adı verilen molekülün, kanserin ilerlemesine yol açan hücre bölünmesini engellediğine ilişkin sonuçlar elde edildi. Daha sonra yapılan araştırmalardan da benzer sonuçlar alındı ve;
    * Dysidea frondosa adlı pasifik süngerinden elde edilen bir bileşiğin ateş düşürücü,
    * Phahertis simplex adlı türün ürettiği kimyasal bileşiklerinse organ naklinden sonra vücutta ortaya çıkabilecek olumsuz tepkileri azaltıcı etkilerinin olduğu saptandı.
    * Süngerlerin, kalp-damar, mide-bağırsak hastalıkları ve tümör oluşumunu engelleyen kimyasal bileşikleri ilaç yapımında kullanılmaktadır. Bakterilerle beslenen süngerlerin, süzdükleri suda bulunan bakterilere karşı çok güçlü bir bağışıklık sistemleri olduğunu fark eden bilim adamları, bu antibiyotik etkiyi insan sağlığı yararına kullanmanın yollarını da bulmuşlardır.
    * Süngerlerle ilgili yapılan çalışmalarda, immüno süpresif (savunma sistemini baskılayan), anti enflamatuar (iltihap önleyici), antikanser, antibiyotik ve analjezik (ağrı kesici) etkili maddelerin muhafaza edildiğini ifade eden bilim adamları; klinik çalışmaları tamamlanmak üzere olan ve kanser tedavisinde kullanılacak olan yeni bir ilacın bu yıl içinde yani 2006 yılında piyasaya çıkacağını da belirtmişlerdir.
Süngerlerden Kansere Karşı İlaç Üretilecek
Deniz süngerlerinde kanseri tedavi edici kimyasal maddeler tespit edilmesi, ilaç firmalarını da harekete geçirdi. Avustralya Deniz Araştırmaları Kuruluşu (AIMS) yetkilileri ve bir ilaç firmasının, süngerlerden elde edilecek maddelerden kansere karşı ilaç üretmek için anlaşmaya vardıkları belirtildi.
Avustralya Deniz Araştırmaları Kuruluşu (AIMS) yetkilileri, süngerlerden elde edilen maddelerin sağlam hücrelere zarar vermeden bir veya iki tip kanser hücresini yok ettiğini belirttiler. Bu kuruluşta görevli Lyndon Llewellyn, göğüs kanseri veya kan kanserine karşı potansiyel etki gösteren organizmalar belirlediklerini kaydederek, “Bu organizmaların içindeki kimyasal maddeler hücreleri öldürüyor. Bunlardan bazıları şimdiden tanımlandı ve klinik öncesi aşamadalar” diye konuştu. Aims News
Süngerden Kansere Çözüm Arayışları
Denizlerde üreyen sünger ve bakterilerin, eklem iltihabı ve kansere karşı etkili bir ilacın yapımında kullanılabileceği yolunda umut verici bulgular elde edildi. ‘Denizlerdeki mikropların yararlarının henüz keşfedilmediğine’ işaret eden ‘National Sea Grant’ adlı kuruluşun sözcüsü Linda Kupfer, bu tür ilaçların yakında piyasaya çıkabileceğini söyledi. ‘Okyanuslardaki canlı organizmaların, milyonlarca yıldır kendilerini hastalıklardan korumak amacıyla kimyasal savunma yöntemleri kullandıklarını’ belirten California Scripps Enstitüsü yetkilisi W.Fenical ise, ilaç firmalarının, şimdiye kadar karada yetişen bitkilerden yararlanarak antibiyotik, ağrı kesici ve kanser ilacı ürettiklerini, ancak bu kaynakların artık tükendiğini kaydetti. Florida Okyanus Araştırmaları Enstitüsü'nden S.Pompani'ye göre ise, bir süngerin, içine giren bir parazitin hızla üreyen hücrelerini öldürmek için başvurduğu kimyasal savunma yöntemi, insan vücudundaki kanserli hücrelerin yok edilmesinde kullanılabilecek. (Associated Press June 21, 1998)
Süngerlerin İlginç Özellikleri
    * Süngerlerin iskeletleri, kristal iğneciklerden (spikül), sponjin denen bir proteinden ya da bunların karışımından oluşur. Por adı verilen gözenekler sayesinde suyu süzerek çekerler ve sonra minik boşaltım deliklerinden geri püskürtürler.
    * Serin ve tuzlu sularda yaşayan süngerler hareketsiz olduklarından, kendi yakınlarına gelen yiyecekleri hidrolik sistemlerinin yardımıyla sudan süzerler.
    * Süngerler genellikle gözle görülemeyecek kadar küçük organik maddeler, diatomlar ve bazı tek hücreli mikroskobik bitkiler, ölü ya da canlı planktonlar ve bakterilerle beslenirler.
    * Süngerlerin bir başka özelliği de, çok küçük bir bölümden, yeniden bütün bir sünger haline gelebilmeleridir. Dalgaların etkisiyle yerinden kopan bir süngerin kalan parçasından, zamanla yeni bir sünger oluşabilir. Aynı şekilde kopup ayrılmış olan parça da başka bir yere yapışıp kendini toplayabilir.
Sonuç
Hiç şüphesiz birçok organa ve hatta bir beyne bile sahip olmayan bir canlının tıbba yol gösterecek kimyasal bilgiye kendiliğinden sahip olması düşünülemez. Çok açıktır ki bu canlı insanların hizmetine özel olarak sunulmuş ve hem kendi türünü devam ettirmesini hem de insanlığa hizmet etmesini sağlayacak özelliklerle donatılmıştır. İşte süngerleri de diğer tüm canlılar gibi sahip oldukları mükemmel özelliklerle yaratan Yüce Allah’tır. Bu gerçek bir Kuran ayetinde şöyle bildirilir:
“Kendinden (bir nimet olarak) göklerde ve yerde olanların tümüne sizin için boyun eğdirdi. Şüphesiz bunda düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır.” (Casiye Suresi, 13)
Hiçbir akla hatta bir beyne bile sahip olmayan bir canlı olan sünger, fabrikada ileri teknoloji ve bilgi ile üretilen bir filtreden çok daha üstün bir teknoloji sergilemektedir.


Canlıların Dünyasından: Yunuslar
  Yunuslar her nefes alışlarında ciğerlerinin %80-90'ını havayla doldururlar. Oysa çoğu insan için bu oran ancak %15'i bulur.
Yunuslar için nefes almak insanlarda veya diğer kara memelilerinde olduğu gibi bir refleks değildir, iradeli bir harekettir.Yani biz nasıl yürümeye karar veriyorsak, yunuslar da nefes almaya karar verir. Bu, hayvanın suda uyurken boğularak ölmemesi için alınmış bir tedbirdir.
Yunus, uykusu sırasında beyninin sağ ve sol yarım kürelerini yaklaşık on beş dakika arayla nöbetleşe kullanır. Bir yarım küre uyurken, diğer yarım küre yüzeye çıkmasını sağlayarak hayvanın nefes almasını kontrol eder.
Yunusların ağızlarındaki gagaya benzer çıkıntı, sudaki hareketlerini kolaylaştıran bir başka yaratılış delilidir. Hayvan bu yapı sayesinde suyu daha iyi yarmakta ve daha az enerji harcayarak daha hızlı yüzebilmektedir. Modern gemilerin burunlarında da yunus ağzına benzer bir çıkıntı vardır. Yunuslar örnek alınarak geliştirilen bu hidrodinamik tasarım, gemilerin hızını da aynen yunuslarınki gibi artırmaktadır.

Büyük Kedilerin Sosyal Yaşamları
  Neden her leoparın ve jaguarın postundaki desen birbirinden farklıdır?
Büyük kedilerin postları yazın nasıl bir avantaj sağlar?
Özel bıyıkları karanlıkta hareket etmelerini nasıl kolaylaştırır?
Kedilerin kuyruklarının işlevi nedir?
"Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır." (Casiye Suresi, 4) ayetiyle bildirildiği üzere Yüce Allah, yeryüzünde var olan tüm canlıları duyu organlarından korunmalarına, beslenme şekillerinden kamuflajlarına kadar birçok üstün özellikle yaratmıştır. Doğadaki en vahşi canlılar olarak tanımlanan kedigiller de bu canlılardandır.
Büyük kedilerin en önemli özelliklerinden biri, fiziksel özelliklerinin ve davranışlarının birbirleriyle ve yaşadıkları ortamla tam bir uyum içerisinde yaratılmış olmasıdır. Hiç şüphesiz, muhteşem özelliklere sahip olan büyük kediler, Rabbimiz'in şanını gerektiği gibi tanıyıp takdir etmeye vesile olacak yaratılış delillerinden sadece birkaçıdır. Rabbimiz’in uyumlu yaratma sanatı Kuran’da şöyle haber verilmiştir:
"O, biri diğeriyle 'tam bir uyum’ (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir 'çelişki ve uygunsuzluk’ (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir." (Mülk Suresi, 3-4)
Duyu Organları Büyük Kedilere Nasıl Bir Üstünlük Sağlar?
Görme Duyusu: Kedilerin görme duyusu çok komplekstir. Bu sayede geceleri avlanırken avlarının yerini kolayca tespit edebilirler. Kedilerin gözlerinde az ışığa adapte olmak için retinanın arkasında tapetum lucidum adında özel bir tabaka bulunur. Bu özel hücre tabakası, göze gelen ışığı alıp büyüterek retinaya yansıtır. Aynı zamanda kornea ve merceğin kıvrımları, retinanın duyarlılığını artıracak şekilde daha keskindir.
Retina, rod ve kon adı verilen hücrelerden oluşur. Rodlar az ışığa, konlardan daha duyarlıdır. Kedilerde normalden fazla sayıda rod vardır. Kedilerin gözleri birbirine diğer türlere kıyasla daha yakındır bu da onların görme gücünü artırır.
İşitme Duyusu: Kediler 200 kHz ile 100 kHz değerleri arasındaki sesleri duyabilirler. Bu da onların çok küçük sesleri dahi duyabilmeleri anlamına gelir; örneğin bir farenin ayak seslerini. Hassas kulakları aynı zamanda sesin kaynağını da tam olarak tespit edebilmelerini sağlar.
Koklama Duyusu: Kediler ağızlarının hemen üzerinde vomeronasal organ adı verilen bir yapıyla havadaki kimyasalları belirlerler. Bunu flemen duruşu denilen yüz buruşturmaya benzer bir şekilde ağızlarını açarak yaparlar. Kediler, bu teknikle genelde kendi türlerinden olan başka bir kedinin kokusunu belirlerler.
Postun İşlevi Nedir?
Kedilerin postlarının iki önemli işlevi vardır. Birincisi hayvanı soğuk, sıcak gibi çevresel etkilerden korur. İkincisi ise kamuflaj görevi görerek diğer hayvanlardan gizlenmelerini sağlar. Yalnızca soğuk bölgelerde yaşayan değil çölde yaşayan kedilerin de yerdeki ısıyı izole eden uzun postları vardır.
Kediler Özel Bıyıkları ile Yollarını Nasıl Bulurlar?
Kedilerin, “vibrissae” olarak da bilinen ve çoğunlukla yüzlerinde ve gözlerinin üzerinde bulunan bıyıkları çok hassastır. Bu hassas bıyıklar, karanlıkta veya iyi göremediklerinde yollarını bulmalarını sağlar. Kediler bunlarla havadaki titreşimleri hissederler. Bunun için bazen ayaklarındaki tüyleri de kullanarak yerden gelen titreşimleri hissederler.
Gırtlak Yapıları… Büyük kedilerin gırtlağı, çoğu yeri kemik yerine kıkırdak olduğu için daha esnektir. Bu sayede kükreyebilirler.
Omurga Kemikleri… Tüm kedilerin omurga kemikleri çok esnektir. Bu nedenle her yönde kıvrılabilirler. Bu, düştüklerinde iç organlarının daha az zarar görmesini sağlar.
En Sosyal Büyük Kedi: Aslan
Sosyal gruplar halinde yaşayan aslanlar 'en sosyal büyük kedi' olarak tanımlanır. Onların bu sosyal gruplarına ise "pride" adı verilir. Bir pride içinde çoğunluğu dişi olan yaklaşık 30-40 kadar aslan bulunur. Yani aslanlar büyük aileler halinde yaşarlar. Diğer sosyal hayvanların aksine dişiler arasında hiyerarşi yoktur.
Gündüzleri genellikle, hep birlikte uyuyan aslanlar, havanın serinlediği saatlerde ise avlanma hazırlıklarına başlar. Her biri tek tek, ava farklı yönden yaklaşır. Avlanmayı genellikle yelesiz oluşlarıyla ayırt edilebilen dişiler yapar.
Hiçbir aslan tok olunca avlanmaz ve aynı anda birden fazla hayvan avlamaz. Yani bu tok gözlü hayvanlar, sadece gerektiği zaman ve yeterince avlanırlar.
Mükemmel bir gece görüşüne sahip olan aslanlar, bu sayede geceleri rahatlıkla avlarını görebilirler. Karanlıkta dolaşan aslanların ışığı mümkün olduğu kadar fazla toplayabilmeleri için gözlerinde özel bir sistem vardır. Diğer canlılara göre daha büyük olan gözbebekleri ve göz mercekleri aslanları iyi birer avcı yapan en önemli özelliklerdendir.
Aslanlar iletişim için işaret bırakma yöntemini kullanırlar. Topraklarının sınırlarını üre bırakarak belirlerler. Bu diğer aslanlara karşı “Burada başka bir pride yaşıyor, girmeyin! ' anlamında bir uyarıdır.
Güney Amerika’da Yaşayan Tek Büyük Kedi Türü: Jaguar
Genelde leoparlarla karıştırılsalar da onları ayırt etmenin en iyi yolu; postlarındaki yonca şeklinin merkezinde bir siyah noktacığın bulunması ve daha kısa olan kuyruklarıdır.
Ormanda yaşayan jaguarların postu daha koyu renklidir. Bu onlara ışığın süzülerek geldiği loş ormanda avlanırken daha iyi kamufle olma imkanı tanır.
Diğer büyük kedilerin aksine jaguarın hiç düşmanı yoktur. Bu güçlü kediyi avlamaya çalışan başka bir hayvan bulunmaz.
Çok iyi yüzücü oldukları gibi çok da iyi tırmanıcıdırlar. Usta bir balıkçı olan jaguarlar, karada avladıkları hayvanları ağaçlara çıkıp yerler.
Diğer büyük kedilere kıyasla çok güçlü bir çeneye sahip olan jaguar, avını tek bir ısırıkta avlayabilir.
Leoparların Desenleri Birbirinden Farklıdır
Afrika ve Güneydoğu Asya'da yaşayan leoparlar postlarındaki özel desenden kolayca tanınırlar. Yalnız bu özel desen, yeryüzündeki her leopar için farklıdır.
Postlarının rengi yaşadıkları yere göre değişiklik gösterir. Düzlüklerde altın rengi ile sarı arasında, çölde sarı krem rengi arasında değişir. Dağlık ve ormanlık bölgelerde ise koyu altın renginde olurlar. Siyah olanları ise kara panter olarak bilinir.
Son derece güçlü boyun kaslarına sahip olan leopar, kendi vücut ağırlığının 3 katı ağırlığında bir avı taşıyabilir. Avlarını da tıpkı jaguarlar gibi ağaçta yerler.
Genellikle yalnızdırlar fakat bulundukları toprağı sahiplenirler.
En Güçlü Kedi: Puma
Puma, en saldırgan kedi türlerinden biri olarak bilinir. Oturdukları yerden 12 metre yükseğe kadar sıçrayabilen pumalar ağaca tırmanma uzmanıdırlar.
Kendi ağırlıklarının 8-9 katı bir hayvanla kolaylıkla mücadele edebilen pumalar, dünyanın en kuvvetli kedisi olarak kabul edilirler.
Doğduklarında mavi olan gözleri giderek sarı-yeşile döner. Diğer kedi türleri gibi kükreyemezler.
Dünyanın En Hızlı Koşan Kara Hayvanı: Çita
Çitalar, kısa mesafeleri çok büyük bir hızla aşabilirler. Saniyeler süren bir zaman içinde hızlarını 72 km.'ye kadar çıkarabilirler. Bazı çıtalar 600 m.'den daha uzunca bir mesafeyi saatte 113 km. gibi inanılmaz bir hızla aşabilmektedirler.
Kaplanlar
Asya'da yaşayan kaplanlar, postlarının üzerindeki yatay kesik çizgilerle diğer büyük kedilerden kolayca ayırt edilirler. Bu desenler, tıpkı insanlardaki parmak izleri gibi yeryüzündeki her bir kaplanda farklıdır ve vücutlarının her iki yanında bulunur.
Yalnız avlanırlar ancak avı aileleri ile birlikte yerler.
Kaplanın postundaki çizgiler özellikle çimenlik bölgelerde, çimenlerin yere düşen gölgesi gibi görünerek avına karşı bir kamuflaj görevi görür.
Kuyrukları, hızla koştuklarında bir denge unsurudur.